YemeÄŸin de bir tarihi var

YemeÄŸin de bir tarihi var
18 Haziran 11:31 2018

“Atalarımızın büyük bölümü, domatesi hayatlarında görmedi. Patatesi de…” Gastronomi yazarlığımızın öncüsü TuÄŸrul Åžavkay’dan 90’lı yıllarda bunları öÄŸrendiÄŸimde ÅŸaşırmıştım. Tıpkı yine TuÄŸrul Bey’den, “Türk insanı kabuklu deniz ürünü sevmez” kliÅŸesini yıkan, Fatih Sultan Mehmet’e sıkça piÅŸirilen istiridye pilavının tarifini öÄŸrendiÄŸimdeki gibi… Yeme-içme dünyamızın geçmiÅŸine baktığımızda böyle nice ilginç bilgiler ediniyorduk. Rahmetli Muhtar KatırcıoÄŸlu’nun asırlara uzanan menü koleksiyonu da, ÅŸaÅŸkınlıklarımızı pekiÅŸtiriyordu. Bir ziyafet sofrasında yirmiyi aÅŸkın yemeÄŸin arka arkaya sunulması çok sıradan bir durumdu. Kral XIV. Louis zamanında Fransız mutfağı doruklarına çıkarken, Osmanlı saraylarında ve konaklarında da Fransızları kıskandıracak yemekler hazırlanıyor, büyük bir rafinmanla sunuluyordu. “Süt kebabı”nda örneÄŸin, alevin yalazında ağır ağır kızaran kuzu ÅŸiÅŸlerine tavuk tüyü ile süt sürülüyor, sütlü etler kızardıkça üzerlerinde hafif yanıksı, nefis bir çıtır tabaka oluÅŸuyordu. Yaz günlerine rastlayan ramazanlarda UludaÄŸ’dan çuvallarla getirdikleri kardan yaptığı buzu hoÅŸaflarına koyanlar da vardı, kâseyi buzdan oydurup hoÅŸafı içinden kaşıklayanlar da…

 
Atlas Tarih son sayısında Osmanlı mutfağı ile ilgili çarpıcı bir dosya sunuyor.

 

“Dergicilik ölüyor” denilen bir dönemde yayıncılığın bu incelikli dalını baÅŸarıyla sürdürenlerden Atlas Tarih’in son sayısını alınca, bunları hatırlamadan edemedim. Derginin Haziran-Temmuz sayısının kapak konusu, “Osmanlı’nın sofrası”… Ä°ki deÄŸerli uzmanla, yemek tarihçisi Doç. Dr. Özge Samancı ve Yemek ve Kültür dergisini çıkaran, bir yandan da Çiya Restaurant’ı iÅŸleten ÅŸef Musa DaÄŸdeviren’le keyifli bir uzun söyleÅŸi yapılmış. Bu söyleÅŸiyi, Avcılıktan GurmeliÄŸe YemeÄŸin Kültürel Tarihi kitabının yazarı Priscilla Mary Işın’la yapılan bir baÅŸka söyleÅŸi izliyor. Ve 16 sayfalık dosya boyunca, bu toprakların mutfak tarihinde, zaman tünelinde bir gezintiye çıkılıyor.

 

 

Åžampanya köpükleriyle oynayan padiÅŸah

Ä°lk söyleÅŸinin en ilginç bölümlerinden biri, Doç. Samancı’nın Osmanlı’da içki ile ilgili anlattıkları. “Osmanlı’da gayrımüslimler içkiyi üretiyor ve tüketiyorlardı” diyor Samancı. “Osmanlı kentlerinde meyhanelerin varlığı bir gerçek. 19. yüzyıldaki deÄŸiÅŸiklik, yeni giren içki çeÅŸitleri ve bunların alafranga restoranlarda da satılıyor olması. Aynı zamanda bazı yabancı konuklar sarayda ağırlanırken içki sunulması. 19. yüzyılda Osmanlı piyasasına yeni giren bira var, tüm sert alkollü içkiler ve ÅŸampanya var. Bu yüzyıla ait yabancı seyyahların yazdıklarına bakılacak olursak,  örneÄŸin Sultan II. Mahmut’un özellikle ÅŸampanyayı çok sevdiÄŸini, köpükleriyle çok eÄŸlendiÄŸini öÄŸreniyoruz…”

Samancı, Türklerin deniz ürünü yemedikleri kliÅŸesini de boÅŸa çıkarıyor: “Fatih döneminde mutfak defterlerine sultan için karides, yılanbalığı gibi lezzetlerin olduÄŸunu görüyoruz. 19. yüzyılda ise lakerda, çiroz, havyar ve balık yumurtası saray için sürekli alınıyor. Ramazan’da dahi havyar iftariyelik olarak yer alıyor. Abdülhamit döneminde listelerde istiridyeye de rastlanıyor.”

Ne yazık ki röportajcı, bu noktada “Saraydakiler acaba rakı mezesi çirozun yanında gül ÅŸerbeti mi içiyorlardı,  yoksa bardaklarında baÅŸka bir ÅŸey mi vardı?” diye sormayı ihmal ediyor.

 

“Adana, Urfa diye kebaplar yoktu”

Yemek tarihine meraklı bir aydın olmanın ötesinde aÅŸçılığıylada ünlü Musa DaÄŸdeviren ise isimlere dikkat çekiyor. Ve “Adana ya da Urfa kebabı diye bir ÅŸey yok yerelde. Büyük ÅŸehirde Adanalı ve Urfalının açtığı dükkânlarda bu adı alıyor. Kebap aslında Osmanlı mutfağındaki bir piÅŸirme tekniÄŸi. Sarayda da kebap varmış. 1640 tarihli narh defterinde kıyma kebabı var. DoÄŸrusu budur” diyor.  DaÄŸdeviren, “Osmanlı döneminde Arnavut ciÄŸeri ya da BoÅŸnak böreÄŸi diye bir ÅŸeyle karşılaÅŸmıyoruz. Arnavut ciÄŸeri Arnavutlar yaptığı izin deÄŸil, takım ciÄŸerini Arnavutlar sattığı için bu adı almış” diye de ekliyor.

 

Bu arada dosyadaki fotoÄŸraflar da ilginç, hele döner kebap da yapan seyyar kasabın ocağındaki dönerin bir kat et, bir kat yaÄŸ olması hayli çarpıcı. Dergiden öÄŸrendiklerimizden biri de, Osmanlı’da kahvaltı olmaması. Samancı, “19. yüzyıla kadar iki öÄŸün yemek yeniyor. Ä°lk öÄŸün 10 ile 12.00 arasında yenilen kuÅŸluk taamı. Kahve altı deyimi var ama o da bugünkü gibi mükellef kahvaltıyı deÄŸil, sabah kahvesinden önce açlığı bastırmak için aÄŸza atılan bir-iki ufak atıştırmalık. 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı kent hayatındaki alafranga etkiyle üç öÄŸüne geçiliyor” diye anlatıyor. Böylece zor belâ bir çorbayı içebilen köylülerle alay eder gibi, kırk çeÅŸit malzemeli “köy kahvaltısı” icad edenlerin, bir sonraki aÅŸama olarak “Osmanlı kahvaltısı” diye bir saçmalık ortaya atmalarının önünü kesiyor.

 

Priscilla Mary Işın’ın söyleÅŸisi de ilginç bilgilerle dolu. Işın, taÅŸ devrinden Babilliler’e, Sümerlerden Romalılar’a yemeÄŸin tarihinde geziniyor. Milattan önce 1750’lerde yazılmış Babil tabletlerinden verdiÄŸi kuÅŸ yemeÄŸi tarifi, bugünün en usta aÅŸçılarını kıskandıracak incelikte. Sütte piÅŸirilen ve üzeri hamurla kaplanıp fırında demlendirilen kuÅŸların tarifini okurken, insanın aÄŸzı sulanıyor.

Kısacası, Atlas Tarih’in son sayısı, insanoÄŸlunun beslenme ve damak tadı peÅŸindeki serüvenine en eski çaÄŸlara

Mehmet Yalçın



Emoji Ä°le DeÄŸerlendir

0 Mutfak Haber Emoji İnanılmaz

İnanılmaz

0 Mutfak Haber Emoji MuhteÅŸem

MuhteÅŸem

1 Mutfak Haber Emoji BeÄŸendim

BeÄŸendim

0 Mutfak Haber Emoji BeÄŸenmedim

BeÄŸenmedim

0 Mutfak Haber Emoji Üzüldüm

Üzüldüm


Yorumlar